TURKEY – A ‘democratic’ country ruled by one man
Today, Turkey is not the same country it used to be 6 months ago.
Turkey is living the days that are irrevocable and embanked between the past and the future. The Justice and Development Party and its officially former, but de facto leader, Recep Tayyip Erdoğan, though being in power since 2002, hasnever been in such a strong and single-handedly dominant position.
Even though there were organizations and institutions of state, preventing Erdoğan from making decisions and taking steps as if he were an absolute ruler, the most loyal of his entourage have,over his 13 year long rule, been appointed to nearly all of those positions that are supposed to balance power. For those remaining opposed to him, it is obvious that one day they willbe replaced by others, who will be appointed by Erdoğan and will loyally serve him.
The poor and uneducated masses have been exposed to religious and nationalist ideologiesfor decades, by those people who were in control of the country before Erdoğan’s period. These people grounded their dominance upon Atatürk’s principles, especially to keep the country away from progressive and socialist ideologies and to easily manage and manipulate the population – something that today is the most basic foundation of the one-man rule that Erdoğan has established.
For the religious, uneducated and poor masses, Erdoğan is the person, who represents their own revenge towards the educated, secular and middle class/rich people. Erdoğan himself, his family and his inner circle are becoming richer during his time in power; it is not a handicap, but a natural situation in the eyes of the masses. For the educated and relatively wealthy persons from the young generation, who have risen from these masses, Erdoğan is not only representing their relative wealth; but also the economic stabilization.
A great part of Erdoğan’s voters became unconditionally loyal to him over time – if there was a ballot soon, asking to “end the democracy and bring back monarchy, making Erdoğan the Sultan”, even if hewould not win it, Erdoğan would receive a 25-30 percent share of the votes, thanks to his loyal voters. In order to sustain his one-man rule via democratic ways, he must also please the middle-income part whose votes are completely depending on the economic performance of Erdoğan. That is to say, despite all of his strength, Erdoğan’s power still depends on Turkey’s “exchange rate”.
In other words, on foreign investors and economic relations between Western countries and Turkey…In the eyes of foreign investors, Turkey is a profitable country as long as Erdoğan is in power and strong. The increasing and unlawful authority of Erdoğan is not a main interest for western countries. Even, in return for controlling the refugee flow to Europe, they showed that they would not make a sound against the imprisonments of academics and journalists opposed to the President.
Can Dündar and Erdem Gül, two journalists who were arrested so to say on President Erdoğan’s orders, were released by the Constitutional Court, the supreme seat of law of the country, following a decision of “violation of right”.
However, this will probably have been one of the last legal decisions against Erdoğan’s will. At the moment, Erdoğan has a “strong and solid” excuse, that he can use to silence all opposers, one by one, which was fed and grown for decades by the secular and nationalist ideology prior to him: counter-terrorism.
More than a thousand of academics in the country were targeted by Erdoğan personally, because of a declaration signed by them, asking the government to stop military operations and join a peaceful discussion round like it existed before. Some of them, who are living in the conservative cities of the country have been threatened and attacked. A part of them lost their jobs. They were taken into custody on various occasions and some are being detained.
To criticize the government’s policy of counter-terrorism has been already seen as a support to terrorism and has even caused people to be detained. However, the government is in the preparation of making a new law, which will regard people as terrorists, if they even“verbally support terrorism”. Lifting the parliamentary immunity of the leaders of representatives of the Kurdish political movement and imprisoning them, is another step that is about to be implemented. It seems, that Erdoğan will use this “counter-terrorism” excuse, which he inheritedfrom the secular period, to imprison all of his opponents step by step and force the rest to submit to him.
Unless he causes an economic crisis by making big mistakes, there is nothing that will make Erdoğan lose votes. The aim of the President is to become the sole leader of the country by legally implementingthe change of regime that de facto already exists.
Surely, we cannot guess what the upcoming days will show us. However, there is one absolute truth: Turkey will never again be the same Turkey as it was in the period between 1923 and 2002.
Tek adam tarafından yönetilen ‘demokratik’ ülke
Bugün Türkiye, 6 ay öncekiyle aynı ülke değil. Türkiye’de yaşayan herkes bunun farkında. Türkiye, geçmişle gelecek arasına geri dönülmez bir set çekilen günleri yaşıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun (resmiyette eski lideri olsa da fiiliyatta gerçek) lideri olan Recep Tayyip Erdoğan, 2002’den beri iktidarda olsa da, hiçbir zaman bu kadar güçlü ve yönetime tek başına hakim bir konumda olmamıştı. Daha önce bir mutlak hükümdar gibi kararlar vermesine, adımlar atmasına engel olabilecek devlet örgütleri, kurumları olsa da; 13 yıllık iktidarı boyunca bunların neredeyse tamamına ona tamamen sadık kişiler atandı. Hali hazırda, onunla aynı ideolojide olan ama doğrudan onun tarafından Anayasa Mahkemesi’ne atanmamış az sayıda hukuk insanı, hala onun hoşuna gitmeyecek bazı kararlar verebiliyor olsalar da; bir gün onların da yerlerini Erdoğan tarafından atanmış ve tamamen kendisine sağdık kişilere bırakacakları ortada.
Türkiye’de Erdoğan öncesi dönemde ülke yönetimine hakim olan ve hakimiyetini Atatürk ilkelerine dayandıran kesimin, kolayca yönetmek ve manipüle edebilmek için, özellikle de sosyalist ve ilerici ideolojilerden uzak durmalarını sağlayabilmek için on yıllar boyunca aşırı derecede dinci ve milliyetçi ideolojilere maruz bıraktığı fakir ve eğitimsiz kitleler, bugün Erdoğan’ın kurmuş olduğu tek adam yönetiminin en temel dayanağı… Eğitimsiz, dindar ve fakir kitleler için Erdoğan; eğitimli, laik ve orta halli/zengin olanlardan kendi intikamlarını alan kişi. İktidarı boyunca kendisinin, ailesinin ve yakın çevresinin zenginleşmiş olması; onların gözünde bir handikap değil, doğal bir durum. Bu kitlelerden çıkıp eğitimli ve ekonomik bakımdan daha iyi konuma gelmiş genç kuşaktan kişiler içinse Erdoğan, sadece kendi göreli “zenginliklerini” değil; ekonomik istikrarı da temsil ediyor.
Erdoğan’ın seçmenlerinin büyükçe bir bölümü, bu psikolojik temsil düşüncesinden dolayı, zamanla onu kayıtsız şartsız destekleyecek duruma gelmiş olsa da (bugün “demokrasiyi bitirip monarşiye geçelim ve Erdoğan, Sultan olsun” diye bir oylama yapılacak olsa, Erdoğan kazanamayacak olsa bile bu sadık seçmenleri sayesinde yüzde 25-30 oy alacaktır), tek başına iktidarını demokratik yollardan sürdürebilmesi için, ona verdikleri oy tamamen ekonomik performansına bağlı olan orta gelirli kesimi de memnun etmesi gerekiyor. Yani tüm gücüne rağmen Erdoğan’ın iktidarı hala “döviz kuruna” bağlı… Yani yabancı yatırımcıya ve Batılı ülkelerin Türkiye’yle ekonomik ilişkilerine… Yabancı yatırımcının gözündeyse Türkiye, Erdoğan iktidarda ve güçlü olduğu sürece karlı bir ülke… Erdoğan’ın gün geçtikçe artan ve hukuk tanımaz hale gelen otoritesi, Batılı devletlerin zerre umurunda değil. Hatta Avrupa’ya yönelik mülteci akınını kontrol etmesi karşılığında, kendisine muhalif tüm akademisyen ve gazetecileri hapse atmaya başlamasına ses çıkarmayacaklarını gösterdiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adeta talimat vererek tutuklanmalarını sağladığı iki gazeteci Can Dündar ve Erdem Gül, ülkenin en büyük hukuk makamı Anayasa Mahkemesi’nin verdiği “hak ihlali” kararıyla serbest kaldılar. Ancak bu, muhtemelen gelecek yıllar boyunca Erdoğan’ın isteğine aykırı olarak gerçekleşecek olan son birkaç hukuksal karardan biri olacak. Erdoğan şu anda, kendisine muhalif tüm kesimleri tek tek susturmak için kullanabileceği, kendinden önceki laik milliyetçi ideolojinin on yıllar boyunca besleyip büyüttüğü “güçlü ve sağlam” bir mazerete sahip: Terörle mücadele… Ülkedeki binden fazla akademisyen, imzaladıkları ve hükümetin askeri operasyonları durdurarak önceden olduğu gibi barış masasına oturmasını istedikleri bir bildiri yüzünden bizzat Erdoğan tarafından hedef gösterildiler. Bunlardan ülkenin muhafazakar şehirlerinde yaşayanları saldırılara uğradılar, tehdit edildiler. Bir kısmı işlerini kaybetti. Çeşitli kereler gözaltına alındılar ve en son da tutuklanmaya başladılar.
Halihazırda zaten hükümetin terörle mücadele politikasını eleştirmek, fiili olarak teröre destek vermek olarak görülüyor ve gözaltına alınmaya, hatta tutuklanmaya sebep oluyor. Ancak hükümet, “teröre sözlü destek verenin de terörist sayılacağı” yeni bir yasa yapma hazırlığında. Kürt siyasi hareketinin mecliste milletvekili olan liderlerinin dokunulmazlıklarını kaldırıp onları hapse atmak da, gerçekleştirmek üzere olduğu bir diğer adım. Erdoğan, kendisine önceki laik dönemden miras kalan bu “terörle mücadele” mazeretini, adım adım tüm muhaliflerini hapse atmak ve kalanları da kendisine boyun eğmek zorunda bırakmak için kullanacak gibi görünüyor.
Ne milliyetçilik ve terör konusunda yıllar boyunca söylediklerinin tam tersini söylemeye başlaması; ne birkaç yıl süren “barış süreci” boyunca Türkiye’de terörden dolayı oluşan can kayıpları neredeyse sıfıra inmişken, şimdi her gün insanların ölüyor oluşu; ne de Türkiye’nin büyük şehirlerinde ayda bir patlatıp onlarca insanı öldüren bombalar… Büyük hatalar yaparak bir ekonomik krize neden olmadığı sürece; seçmenin gözünde Erdoğan’a oy kaybettirecek herhangi bir şey yok. Erdoğan’ın hedefi ise, zaten fiili olarak gerçekleştirdiği rejim değişikliğini hukuki olarak da gerçekleştirip, kendisini ülkenin tek hakimi haline getirmek.
Gelecek günler, yıllar bize ne gösterir bilinmez elbette. Ama net bir gerçek var: Türkiye bir daha asla 1923-2002 döneminin Türkiyesi olamayacak.
1 Comment
We , the religious-poor people who support Erdoğan, support him because HE IS FROM US. HE thinks as we think, he does as we do, he obeys Qur’an and the wills of Turkish Nation ( not USA, EU, Jews, Riches, Kings). We do know that the nations that hold the power in world right now, don’t want to share the power and do anything possible to diminish the ones who ask some of it. NOW WE TURKS ARE GOING TO TAKE OUR SHARE OF POWER FROM THE HANDS OF THE FIVE IN UN.