Son bir aydır Türkiye basınını, ayrıntılarını okumadan, sadece başlıklardan takip ediyorsanız; Türkiye’nin art arda fetihler yaptığını, topraklarını sürekli genişlettiğini düşünebilirsiniz. Binlerce Türk milliyetçisi Kerkük’e gidiyor! Kerkük ve Musul, Türkiye’nin yeni illeri ilan ediliyor. Türk Silahlı Kuvvetleri sürekli yurtdışı operasyonlar düzenliyor; bir bakmışsınız Irak’tan girmiş, üç gün sonra Suriye’den çıkmış! Fetihlerin hızı baş döndürücü!
“Ne oluyor” diye merak edip internette askeri hareketlilikleri gösteren ve sürekli güncellenen haritalardan birine bakacak olursanız eğer, gerçekte hemen hemen hiçbir şey olmadığını, herkesin (özellikle Türkiye’nin) olduğu yerde durduğunu hemen fark edebilirsiniz. Olan şeyse, Türkiye’de son 15 yıldır olan şey: Olabildiğince abartılan ama tamamen lafta kalan, boş bir milliyetçilik.
Irak Kürdistan’ının bağımsızlık için referandum kararı alması, Türkiye’de -zaten sürekli gündemde olan- “Misak-ı Milli” kavramını tekrar gündeme taşıdı. Misak-ı Milli, tarihi açıdan bakıldığında farklı bir açıklaması olsa da günümüzde daha çok “Türkiye’nin Türkler tarafından olması istenen sınırları” anlamında kullanılıyor. Eskiden daha insaflı davranarak, “Misak-ı Milli’nin Türkiye sınırları dışında kalan toprağı, Musul” şeklinde cümleler kurulurdu. Son birkaç yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milliyetçi politikalarını büyük bir memnuniyetle destekleyen, “muhalefetteki” Milliyetçi Hareket Partisi genel Başkanı Devlet Bahçeli’yse birkaç gün önce yaptığı konuşmada, “Misak-ı Milli sınırlarını” oldukça genişleterek “Batum, Halep, Rakka, Deyr-i Zor, İdlib, Süleymaniye, Musul ve Kerkük” şeklinde bir tanımlama yaptı.
“Osmanlı Devleti’ni yeniden kurmak, genişlemek, toprak kazanmak”, yıllardan beri milliyetçi-muhafazakâr Türk siyasetinin hayallerini süslemiştir. Seçmenler ve siyasetçiler bu hayallerle yaşasalar da Türkiye’nin dış politikasını şekillendirenler, bu hayallerden bağımsız düşünebilen, nispeten gerçekçi ve ülkenin toprak bütünlüğü konusunda takıntılı bir bürokratlar grubuydu; ta ki Tayyip Erdoğan’ın iktidarına kadar. Erdoğan, arkasındaki büyük seçmen desteğinden aldığı güçle Türkiye’nin diğer her şeyi gibi, dış politika anlayışını da kendi istek ve inançları doğrultusunda değiştirdi. Erdoğan’la birlikte Türkiye o kadar güçlenmişti ki, artık onu kendi sınırları içerisinde tutmak mümkün değildi! Erdoğan, sadece kendi seçmenlerinin değil, tüm (Sünni) İslam dünyasının kahramanıydı. Tüm Müslümanlara liderlik etme, Yeni Osmanlı İmparatorluğu’nu kurma zamanı gelmişti artık.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı ve ona en yakın isimlerden biri olan Yiğit Bulut, 2013’te yaptığı bir konuşmada “2-3 sene içerisinde Kuzey Irak referandum yapıp Türkiye’ye katılacak” demişti. (Bunu kendi seçmenlerini kandırmak için söylemiyordu, kendisi de buna inanıyordu ve muhtemelen Erdoğan’ı da inandırmıştı). Bugün, Türkiye bütün güney sınırlarının Kürtler tarafından kuşatılmaması için çareler arıyor. Erdoğan “Fırat nehri kırmızı çizgimizdir, PYD Fırat’ın batısına geçmeyecek” dedi; Fırat’ın batısındaki Menbiç aylardır Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDF) kontrolünde ve Erdoğan hiçbir şey yapamıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin büyük zorluklarla ve kayıplar vererek gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı harekâtıyla Türkiye ancak Al Bab’ın kontrolünü ele geçirebildi. Aynı anda harekete geçen SDF güçleriyse, belki kantonları birleştirme hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldılar, ama Afrin’le Kobani arasındaki toprakların önemli bir kısmını, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen, ABD ve Rusya’nın desteğiyle kontrol altında tutuyorlar.
Türkiye’nin en son İdlib hamlesiyse son günlerde yaşanan boş milliyetçi söylemlere yenilerini ekledi. Türkiye’deki iktidar yanlısı ve milliyetçi basın, oldukça küçük çaplı bir askeri hareketliliği, adeta Türk Ordusu fetihler yapmaya sefere çıkmışçasına duyurdular. Oysa sadece haritaya bakan aklı başında biri, yapılan harekatınAfrin’deki SDF güçlerinin ileride İdlib’e doğru ilerlemesini engellemeye yönelik olduğunu anlayacaktır.Bu, Beşar Esad ve Rusya’nın da istemeyeceği bir durum olacağı için, belli ki Türkiye’ye, fazla güneye inmemesi şartıyla İdlib’in kuzeyine giriş izni verilmiş. Ama Türkiye’deki siyasi söylemlere ve basına bakacak olursanız amaç Afrin’i kuşatmak ve sıradaki hedef Afrin!
Son birkaç yıldır Türkiye’de milliyetçi kesimlere hitap eden televizyon dizileri ve sinema filmlerinde adeta patlama yaşanıyor. Gerçekte ABD ve/veya Rusya’nın izni olmadan hiçbir adım atılamazken, filmlere bakacak olursanız tüm dünya bir olsa da Türkün gücü karşısında çaresiz kalınıyor. 1974’te Başbakan Bülent Ecevit hükümeti, Türkiye’nin ödemesi gereken bedeli, yani ambargoları göze alarak, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına engel oldu. Erdoğan aynısını yapabilir mi? ABD’yi tamamen karşısına alıp, Afrin’e ve/veya Menbiç’e bir harekât düzenleyebilir mi? “Ben Fırat’ın batısına geçemezler demiştim, sözümü çiğnetmem, gerekeni yapıyorum” diyebilir mi? Erdoğan’ın kendi iktidarını sarsacak bir ekonomik krizi göze alarak Türkiye’nin çıkarını savunmak için bir dış politika hamlesi yapması mümkün mü? Erdoğan, Türkiye’nin çıkarları için iktidarını kaybetmeyi göze alabilir mi?
Önümüzdeki günlerde Türk milliyetçileri, daha önceki yıllarda olduğu gibi, filmlerde, gazete manşetlerinde ve siyasi nutuklarda zaferden zafer koşmaya devam edeceklerdir.
Ve bütün dünya da Türkiye’yi kıskançlıkla izlemeye devam edecektir!