TÜRKIYE – Kaderini tek bir adama emanet eden ülke

0

Türkiye, son 15 yılda yaptığı onlarca seçimden birini daha geride bıraktı. Türkiye’nin doğrudan halk oylamasıyla seçilen ilk (ve şu an için tek) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir seçimden daha zaferle çıktı; ama bu kez büyük ve gösterişli kutlamalar olmadı. 16 Nisan’daki referandumda az bir farkla (yüzde 51,4’e karşılık yüzde 48,6) ve son derece şaibeli bir şekilde Erdoğan’ın istediği sonuç çıktı. Seçimin dürüstlüğünü sağlamakla görevli olan Yüksek Seçim Kurulu, oylamanın bittiği ve sayımın yapıldığı akşam; daha önce görülmemiş ve kendisinin önceden koymuş olduğu kurallarla açıkça çelişen bir karar alarak üzerinde mühür bulunmayan oy pusulalarının da geçerli sayılmasına karar verdi. Daha önceki seçimlerde de iktidar partisi lehine hileler yapıldığı konusunda itirazlar daima oluyordu; ama Erdoğan’ın kazandığı hiçbir seçimin sonucu, bu referandumun sonucu kadar şaibeli olmamıştı.

Sadece sonucun şaibeli olması da değil; ilk ikisinde Erdoğan’ın partisinin belediye yönetiminde olduğu Türkiye’nin 3 büyük şehri olan İstanbul, Ankara ve İzmir’de, “Hayır” diyenlerin “Evet” diyenlerden fazla olması; yani İstanbul ve Ankara’da Erdoğan’ın bir nevi seçimi kaybetmiş olması, onun siyasi kariyeri boyunca daha önce görülmemiş bir durumdu. Sonuçta Erdoğan’ın istediği tüm anayasa değişiklikleri gerçekleşti; ama ülkenin en azından yarısı, Erdoğan’a, onun yönetiminden memnun olmadıkları mesajını vermiş oldu. Aslında bu sonuç, bunu hiçbir zaman kabul etmeyecek olsa bile, ana muhalefet partisinin de istediği sonuçtu; çünkü eğer Erdoğan’ın istediği anayasa değişiklikleri gerçekleşmemiş olsa, Erdoğan ve yandaşları, gelecekte yaşanacak tüm olumsuz durumların sebebi olarak bunu gösterecekler ve fikrini seçimden seçime değiştiren kararsız seçmen de muhtemelen bu iddiaya inanacaktı. Erdoğan’ın, büyük zafer konuşmaları yapamayacağı küçük bir farkla referandumu kazanması (hele de böyle şaibeli bir şekilde); ana muhalefet için en iyi sonuç oldu aslında.

Türkiye’de büyük ekonomik krizler yaşanmadığı sürece; değişen yeni anayasaya göre 2019’da yapılacak olan seçimde Erdoğan’ın kaybetmesi, her ne kadar referandumu kıl payı kaybetmiş olsa da imkânsız görünüyor. Referandum sonuçlarına bakılacak olursa, Türkiye’deki seçmenlerin yarısı Erdoğan’a karşı görünüyor. Ama bu muhalif seçmen kitlesi o kadar farklı dünya görüşüne sahip insanlardan oluşuyor ki; Erdoğan’ın rakibi olacak bir adaya hepsinin birden destek vermesi neredeyse imkânsız. Örneğin aynı Erdoğan gibi dindar bir adayın Erdoğan’ın rakibi olduğu durumda, ana muhalefet partisi olan laik, Kemalist, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) seçmenlerinden önemli ölçüde fire olacaktır. Eğer rakip aday CHP seçmenlerinin istediği gibi laik ve Kemalist biri olursa, bu kez milliyetçi ve muhafazakâr oylar muhtemelen (bırak çekimser kalmayı) doğrudan Erdoğan’ı destekleyeceklerdir. Hele ki (çok düşük bir ihtimal de olsa) seçimin ikinci turuna Erdoğan’ın karşısında Kürt kimliği ön planda olan bir rakibi kalsa, ona en muhalif kesim gibi görünen milliyetçi, laik Kemalistlerin bile Erdoğan’a oy verdiğini görebiliriz. Yani büyük seçmen kitlelerini ondan soğutacak büyük bir ekonomik kriz yaşanmadığı sürece, Erdoğan Türkiye’de ölene kadar (ya da kendi istediği sürece) iktidarda kalacaktır. Buna engel olmaya çalışacak bir askeri darbe girişimi ise, ordudaki Kemalist askerlerin bunu yapacak cesareti ve kararı olsa bile (ki muhtemelen yok), başarısızlığa mahkûm görünüyor.

Erdoğan’ın Türkiye’deki gücü öyle bir noktaya ulaşmış durumda ki; kendi besleyip büyüttüğü, devlet içerisine yerleşmesine göz yumduğu ve kendisine karşı yapılan darbe girişiminden sonra Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) adını verdiği dini cemaati bahane ederek ilan ettiği ve neredeyse bir yıldır devam eden olağanüstü hali bitirmek şöyle dursun; kendi muhaliflerini bir bir temizlemek için sonuna kadar kullanmaya niyetli görünüyor. Çoğunlukla Kürtlerin ve Türkiye’deki az sayıda anti-milliyetçi Türklerin desteklediği Halkların Demokratik Partisi (HDP) yöneticilerinin çoğu tutuklanmış durumda ve tutuklamalar devam ediyor. Kürt seçmenlerin yüzde 80-90 civarında oylarıyla seçilmiş belediye başkanları tutuklanıp yerlerine devlet tarafından atama yapılmış durumda. Zaten ülkedeki ana akım medya tarafından açıkça negatif ayrımcılığa uğrayan HDP, artık tamamen siyaset yapamaz hale gelmiş durumda. Bugün bir Türk milliyetçisi için, Türkiye’de Kürtlerin haklarını siyaset yoluyla savunmasının imkânsız hale gelmesinin, bir terör örgütü konumundaki PKK’nin varlığını uluslararası kamuoyu gözünde meşru hale getirdiğini ve aslında ülke çıkarlarına tamamen aykırı olduğunu görmek aslında çok da zor değil. Ama yıllardır olduğu gibi Erdoğan’ın siyasi çıkarları (yani onun kendi muhaliflerini temizlemek istemesi), sanki Türkiye’nin çıkarlarıymış gibi (yani terörle mücadele) gibi gösteriliyor ve Türkiye’deki milliyetçi seçmen algısı da bunu pek sorgulamadan kabul ediyor.

Vaktiyle İslam adına savaşıyor olmaları ve Kürtleri öldürüyor olmaları sebebiyle Türkiye’deki muhafazakâr milliyetçi kesimler tarafından büyük sempatiyle benimsenen IŞİD’e karşı, sırf onunla kurduğu ve büyük oranda kendi cebine çalışan yasadışı ekonomik ilişkileri sürdürebilmek için pasif ve hatta koruyucu bir politika izlemesi yüzünden Erdoğan; bugün Türkiye’nin yıllardan beri en büyük kâbusu olan, PKK’nin değerlerini benimsemiş, onunla sınır komşusu bir Kürt Devleti’nin fiili olarak kurulmasına neden oldu. Sadece beceriksizlik ve yanlış kararlar yüzünden değil; açıkça kendi parasal çıkarlarını, devletinin 80 yıldır koruduğu çıkarlardan üstün görerek uyguladığı politika yüzünden böyle bir duruma sebep olan Erdoğan; yine kendi kişisel siyasi çıkarları doğrultusunda yaptığı dans yüzünden, Türkiye’nin, siyasi tarihinde çok nadir görülen bir şekilde, aynı anda hem ABD hem Rusya ile ters düşmesine neden oldu. Bunun tam tersine Suriye’deki (Türkiye’nin PKK ile aynı örgüt olarak gördüğü) PYD ise, Türkiye’ye karşı hem ABD’nin hem de Rusya’nın korumasını aynı anda kazanmış durumda.

Erdoğan, özellikle de ABD’yi karşısına alarak Suriye’deki Kürtlere karşı bir askeri müdahalede bulunabilir mi? Aslında bunun cevabı açık. Zaten kendi iktidarını ölene kadar garanti altına almış, artık kendinden sonraki hanedanının iktidarı için planlar yapıyorken; Erdoğan tüm bunları riske atarak ABD korumasında olan PYD’nin kontrolündeki bölgelere bir askeri operasyon düzenler mi? ABD’yle ters düşme riski olmayan, göstermelik denemelerde bulunabilir ancak. 1974’te Kıbrıs’ta olduğu gibi, sadece Türkiye’nin çıkarları bunu gerektirdiği için, ABD’ye rağmen bir askeri operasyon düzenleyebileceğini düşünmek ancak hayal olur.

Cumhuriyet tarihi boyunca, Erdoğan dönemine kadar hiçbir din ve mezhep savaşına girmemiş olan Türkiye; bugün IŞİD’in ortaya çıkmasıyla alevlenen Sünni-Şii çatışmasının en önde gelen taraflarından biri konumunda. Türkiye’nin bu mezhep mücadelesine girmesinin, İran’la Arap monarşileri arasındaki çok önceden var olan çekişmede açıkça taraf olmasının, yıllardır arasında hiçbir sorun olmayan İran’la, Irak ve Suriye yönetimleriyle (hem de Kürtlerin bağımsızlığına neden olmayı umursamadan) düşman olmasının; Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından sebebini dürüstçe açıklayabilecek kimse var mı? Tüm bunların sebebi basitçe Erdoğan’ın Arap yarımadası ve körfez monarşilerinden aldığı mali destek olabilir mi? Son birkaç yıldır Türkiye ekonomisini ayakta ve Erdoğan’ı iktidarda tutan da bu mali destek zaten. Erdoğan’ın (siyasi ve ekonomik) kişisel çıkarları için Türkiye’yi sokmuş olduğu durum, henüz her şeyin sarpa sarmaya başlamadığı ilk dönemde, Türkiye’nin yıllardır hapsedildiği kabuğundan çıkıp Yeni Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu olarak anlatılıyordu Türkiye’deki seçmene. Şu anda ise, yayılmacı Osmanlıcılık hayalleri yerini parçalanma karşıtı “terörle mücadele” söylemine bırakmış durumda. Artık Erdoğan’ın çıkarları için atılan her adım, “terörle mücadele” için atılmış olarak anlatılıyor seçmene ve hala ikna edici olabiliyor.

Sonuç olarak, Türkiye Devleti ve halkı, kaderini tamamen tek bir adamın kişisel çıkarlarına bağladığı bir dönemden geçiyor. Tarihten bildiğimiz benzer durumdaki ülkeler gibi olursa eğer; yakın gelecekte değil belki ama uzak gelecekte bugün yaşananların muhtemel sonucu, Türkiye’nin büyük ekonomik ve siyasi felaketler yaşayarak dağılması şeklinde olabilir.

Hoş, o zaman da Türkiye’nin milliyetçi ve muhafazakâr kesimleri, yaşananların sorumlusu olarak Erdoğan’ı değil, ona muhalefet edenleri suçlayacaktır.

 

Share.

About Author

Mustafa Ömer Kafkas

Leave A Reply